skip to main |
skip to sidebar
Pazar günleri akşam üzeri saatlerinden itibaren "Pazartesi Sendromu" baş gösteriyor. Özelliklede evdeysem iç sıkıntısı olarak belirtilerini göstermeye başlıyor. Çalışmaya devam ettiğim sürece her pazar aynı geçecek eminim. Erken kalkmaktan nefret ediyorum. Bence mesai başlangıç saati 10:00 olmalı, herkez bu saatte çalışmaya başlasa hiç sorun olmaz. Pazartesi sabahından itabaren, ben erken kalkacağım 4 gün kaldı diye saymaya başlıyorum. 3, 2 derken bu akşam geri sayımda en sevdiğim gün çünkü 1 gün kaldı. Sonrası 2 gün tatil :))
Şeytan Yemini adlı kitabın 50 sayfasını sıkıntı ile okuduktan sonra kalan kısmı çabuk bitirdim. Güzel bir kitapmış. Cep boy kitaplardan daha önce almamıştım Oyunbozan adlı kitabı çantamda da rahat taşıyabiliyim diye bu boydan aldım. Taşıması rahat ama küçük kitap okuması pek zevkli değil. Kitabın ortalarına gelince tek elle açık tutabilmek biraz zor. Bir daha normal kitap boyundan vazgeçmem sanırım
Kitaba gelince eskiden FBI ile çalışan Myron kariyerine spor menejeri olrak devam eder. Eski sevgilisinin kız kardeşi ve müşterisinin de kız arkadaşı olan Cathy 18 ay önce ortadan kaybolmuştur. Herkez öldürüldüğünü düşünmektedir. Cathy'nin el yazı ile gelen bir zarf sonrası Myron olayı araştırmaya başlar. Sürekleyici elimden bırakamadığım bir kitap, umarım sonuda iyidir.
Bu Cuma tiyatro yoktu. Onun yerine Cuma akşamı ertesi gün gelecek misafirler için hazırlık vardı. Cumartesi akşamı ablamların ve amcamların ziyareti ile sabah 6 'ya kadar süren keyifli sohbetler vardı. Pazar günü ise ben misafir oldum, teyzemde başlayan öğlen ziyaretim akşam yemekten sonra eve dönmemle son buldu. Ailemin çoğunluğu ile görüşebildiğim, zamanın su gibi geçtiği az uykulu güzel bir hafta sonu oldu
Oyun tek perde ama 2 bölümden oluşuyor, genel olarak kesin bir karara varamadığım bir oyun. Güzeldi diyemiyorum ama kötüydü demek de haksızlık olur.Tek kişilik bir oyundu, diyebeliriz, Ugur Polat ilk bölümde bankaların müşteri temsilcileri ile telefonda görüşüyor, ikinci bölümde de eski pskiyatrisi ile görüşüyor. ilk bölümde birde radyocu bayan vardı ( sesi çok güzeldi ). Birbirleriyle diyalogları yok. Oyun boyunca telefonla konuşan Uğur Polat radyoyu da arasaydı güzel bir bağlantı olabilirdi belki.
Bazen mutlu olmak için sebepe gerek yok. Bu sabah yataktan kalkerken mutlu kalktım. Benden önce aşkım farketti mutluluğumu, çabuk hazırlanıp somurtmadan çıktım evden :)) Bugunün Cuma olmasının etkisi büyük belki de. Bu akşam tiyatro, yarın arkadaşlarımızın nişanı ve pazar günü sevgililer günü. Aşkım pazar gününü kursta geçirecek, benim planım belli değil. Sevgililer gününü sevmediğimi söylemeye gerek yok sanırım :) Üniversitedeyken, ilk senemizde, sevgililer günü balosuna katılmıştık 3 çift beraber. Çok güzel bir anı olarak kaldı, şimdi ise zorunlu bir şeymiş gibi hissettirildiği için sevmiyorum. Aşkım bana zamansız, süpriz çiçekler alır. Beklemediğim bir anda gelen bir çiçek her şeyden daha çok mutlu eder beni.
Öğrenmenin yaşı yoktur,ben de daha önce hiç ilgimi çekmeyen şeylere merak sardım. Son günler de çevremdekilerden ve kendi kendime pek çok şey öğrendim
- 9 yaşındaki yeğenimden tığ ile zincir çekmeyi ( kendisi çok hamarattır )
- Ablamdan tığ ile dolgu, kutu yapmayı
- Babannemden tığ ile çiçek ve gül yapmayı, dikiş makinasında dikiş dikmeyi, kalıp çıkartmayı
- Elime bulaştırmadan silikon tabancasını kullanabilmeyi
- Keçelerden, tüllerden, dantellerden taç süslemeyi
En çok çiçek yapmayı sevdim, yünlerden renk renk çiçeklerim oldu.
Berlinde, kabare artisti ile Amerikalı bir yazarın aşkı ve ülkede başlayan faşizm. Güzel bir oyundu ama bu tarz oyunlarda dans edecek kızların daha özenli seçilmesi gerek. 2-3 tanesi hiç dans edemiyordu. Neyseki başrol deki sanatçı dansları ile açığı kapatıyordu.
Bizim toplumumuz neden böyle anlayamıyorum. Metroda çizgileri çizmişler, kenarlarında sıra giriyorsun, orta kısım inenler için boş kalıyor. Ama ne oluyor assolist havasında biri gelip sanki herkez onu selamlamak için kenera çekilmiş gibi ortaya geçiyor. Uyarıyorsun, genelde münakaşa oluyor, yada az bir ihtimalle hatasını farkedip biraz kenera çekiliyor.
Yada metrodasın durağa geldiğinde inicen ama oda ne dışardakiler kapının önünü kapatmış, vura çarpa içeri girmeye çalışıyorlar. Ya dur bir inelim binersin dimi. Son durağa kadar gitsende süre 8 -9 dakika bir şey. Ayakta kalsan neolur ki ?
Bu sabah da uzaktan bir olaya şahit oldum. Genç bir çocuk metroda yere çöp attı, bir bayan uyardı önce. Ama çocuk tersledi, sonra başka bir adam geldi çöpü aldırmaya çalıştı çocuk da tık yok.Adam o arada geçen polisi çağırdı, çevreyi kirletiyor, cezasını kesin diye. Ama polisde bir alem, beni bunun için mi çağırdın der gibi bir havalarda. Neyse sonra çocuğun yanındaki kız devreye girdi çöpü aldırdı çoçuğa olay kapandı.
Neden yere çöp atarsın? Neden sıraya girmezsin? ve bunlara nasıl bir cevabın olabilir ki! Hiç anlamıyorum.
Yazdan beri polisiye ve gerilim kitaplarına sarmıştım. Sonra içimdeki caniyi uyandırmamak adına ara verip tarih romanlarına geçtim. Sonra tekrar polisiye- gerilime dönüp Şeytan Yemini'ni okumaya başladım. Aynı yazarın Koloni adlı kitabını beğenmiştim, buna güvenip bu kitabını da aldım. Kitabı sevdim mi elimden bırakamam, çorbayı karıştırırken bile okurum. Ama bu kitaptan 2 haftada 40 sayfa okuyabildim sadece. Kitap bir türlü ilerlemedi, kitabı elime alıyorum 2-3 sayfa sonra bırakıyorum. Bir de kötü bir huyum var, başladığım kitabı okumadan bırakamam. Okunmak için bekleyen kitaplarım var sırada, bitiriyim artık ben bu kitabı, belki 40. sayfadan sonra konusu daha akıcı olur.
Yurt dışından incentive gruplar getiren bir acentanın operasyon departmanında çalışıyorum. Yazın bir grubumuzun konaklaması ve toplantısı Çırağan Kempinski Hotel'de gerçekleşti. Genelde oteller acentalara da 1 oda verirler. Çırağan'da odamız yoktu fakat 1 odamızın boşa çıkması sonucunda oda bana kaldı :)) Ben orman manzarasını severim, boğaz manzaralı bir ev hayalim hiç yoktu. Ama Çırağan'da kaldıktan sonra Boğaz manzaralı evde yaşayanlara çok özendim. Gece Boğaz'ın manzarasına karşı uyuyup, sabah gözünüzü açtığınızda Boğaz'ı görmek çok farklıymış. Belki de bu yüzden artık sıkılmama rağmen Aşk-ı Memnu'yu seyretmekten vazgeçemiyorum. Sırf yalının manzarası için.
Nihayet bu hafta sonu Eminönü'ne gidebildik. Kapalı çarşı, tahtakale, şark han vb çoğu hanları pasajları gezdik. kurs için kumaş, DIY projeleri için de kurdela, dantel, tül, tüy vb şeyler aldım. Artık üretmeye hazırım :) ilk yapmayı düşündüğüm şey yeğenim için taç ve Hamarat Diva'da Hesionka'nın yaptığı gözlük camından broş. Çok güzel gözüküyorlar, bayıldım. Okurken kolay gibi gözüküyor, bakalım deneyeceğiz artık :)
Cumartesi günü Eminönü'ne gitmeyi düşünenlere arabasız gitmelerini tavsiye ederim. Biz ancak Cağaloğlu'nda 4-5 katlı bir otoparkda 2-3 tur attıktan sonra şansımıza 1 arabanın çıkması ile yer bulabildik.